
Gel
Seni son bir olsun göreyim
iki dudağımla
ömrüme kalemler kıran
ellerine gömüleyim
bir ekmeğin
kutsal buğusunca
yokluğuna çizgilenen
yanaklarıma süreyim
sonra bu aç gözlerim
narin endamın
doysunlar diye
saçlarından topuklarına dek
bir daha görmeyecekmiş gibi
dipsiz ve derinden süzeyim...
Gel...
Seni son bir olsun göreyim
Ayrılığın mermerine düşen
birer billur boncuk gibi
dökülüp kırılmaya
ya da birer bahar dalı gibi
sökülüp sıyrılmaya dair
boğulduğumuz matemin kavlince
gözyaşına doymuş
bir kaç kelam edelim...
Gel...
Seni son bir olsun göreyim
bilmem şimdi sen de benim gibi
çökmüşmüsündür
saçlarını ağartıp
dişlerini kısmen
dökmüşmüsündür
aynaya baktıkça yüzünde yüzümü
görmüşmüsündür
O şelâle saçları
o zayıf parmaklarla
ağlaya inleye
örmüşmüsündür
gecenin bir vakti
kabuslarla uyanıp
diken tarlasına dönen yatağında
kıvranıp dönmüşmüsündür
bir kendini bilmezin
tartısız gevezeliğiyle
kahrolup ölmüşmüsündür?...
Gel...
Seni son bir olsun göreyim
Kulağımın her çınlayışında
sorularla irkiliyorum;
"acaba şimdi
beni mi anıyordur
hâla benim yandığım
ateşle mi yanıyordur
hadi ben yazarak katlanabiliyorum
ama O;
bu gırtlak boyu kedere
ne yaparak katlanıyordur?
belki gözleri ufka dönende
gün batımlarınca
kimselere duyurmadan
beni arıyordur
hatta bunu kendine bile söylemekten
bi acayip utanıyordur?..."
Gel...
Seni son bir olsun göreyim
nasır bağlayan avuçlarıma
bir nar çiçeğince
kızarsın yanakların
şu çöl susuzluğuma damlasın
busekâr dudakların
ve yine geri gitmeye dururken
dolansınlar her zamanki gibi
Seni nereye götüreceğini
şaşıran ayakların...
Gel...
Seni son bir olsun göreyim
bu kahreden suskunluğumu
sana yakılan türkülerle böleyim
Gel...
Seni son bir olsun göreyim
sağırlığımı
sesindeki ırmak coşkuya vereyim
Gel...
Seni son bir olsun göreyim
bu kefenini yırtıp yaran
aşkın aşkına
varsın ilelebed yaşasın diye
öleyim...öleyim...öleyim...
Bilâl Mardin