Medeniyet çöplüğü İstanbul'da bir bunaltıcı yaz akşamı...Çoğu akşam vakitlerindeki gibi;okuyacak bir şeyler bulabildiğimde,balkondaki plastik sandalyeye tüneyip saatlerce başımı kaldırmadan okur,etrafta top patlasa duyamaz hale gelir,bazan ancak havanın kararmasıyle,veya evdekiler yemeğe çağırdıklarında;irkilip kendime gelirdim... Bu akşam da o malum akşamlardaki gibi;bu ay alabilme şansı bulduğum bir edebiyat dergisini kaptığım gibi balkona çıkıp,her zamanki yerime tünemeye hazırlandım...Bu arada çaysız duramadığımdan;yine balkona çıkmadan önce çaydanlığı ocağa bırakmıştım...Yanıbaşımdaki erik ağacının dallarından süzülen ince serin yelin fısıltıları içinde dergiyi karıştırmaya başladım...Bu erik ağacı bana bir nebze olsun şu beton ve zift kazanına batırılıp çıkarılmış köyden bozma şehirde nefes aldırabiliyordu...
*
Geçen kış epey bir kar yağmış ve bir pazar sabahı o keskin ayaza aldırmadan karlara bürünüp taze bir geline dönen erik ağacına yakından bakmak için uzunca bir müddet dışarıda beklemiş,soğuktan titreyene kadar bir kaç sigara yakmıştım ard arda...Yine bu erik ağacına bakarken;çocukluğumuzda arkadaşlarla beraber komşu bahçelerden meyve aşırmaya gittiğimiz o gül kokulu günleri anımsardım bir yandan...uzunca bir aradan sonra çaydanlığı hatırladım...Çaydanlığı unutmuş olmanın telaşıyle,dergiyi sehpaya fırlattım...Zavallı çaydanlık,içindeki suyun fokurtularıyle ne zamandır cebelleşiyordu kim bilir...
Ezberlenmiş hareketlerle çayı demledim ve ben giriş yazısını okuyana dek;çay demini salıp tavını bulur düşüncesiyle tekrar balkona gelip"başyazar"ın"şaheserini"okumaya koyuldum...Yazı bitince,tekrar mutfağa;bu kez çayı getirmeye gittim...Elimde;üzerine iki bardak ve şekerliği koyduğum tepsiyle balkona döndüm...alışıldık şekilde demliğin imbiğini ilk bardağa doğrultup yarıladım...Gayrı ihtiyari ikinci bardağa da yönelen demlikten düşen ilk birkaç damlada,sanki o sıcak çay,bardağın dibine değil de benim tenime dökülmüşçesine ürperdim...bir an demlik elimden düşecek gibi oldu..elimde kalakalmıştı öylece...Hadi ilk çayı kendime doldurmuştum...ya ikincisi kimeydi?...
Geçen kış epey bir kar yağmış ve bir pazar sabahı o keskin ayaza aldırmadan karlara bürünüp taze bir geline dönen erik ağacına yakından bakmak için uzunca bir müddet dışarıda beklemiş,soğuktan titreyene kadar bir kaç sigara yakmıştım ard arda...Yine bu erik ağacına bakarken;çocukluğumuzda arkadaşlarla beraber komşu bahçelerden meyve aşırmaya gittiğimiz o gül kokulu günleri anımsardım bir yandan...uzunca bir aradan sonra çaydanlığı hatırladım...Çaydanlığı unutmuş olmanın telaşıyle,dergiyi sehpaya fırlattım...Zavallı çaydanlık,içindeki suyun fokurtularıyle ne zamandır cebelleşiyordu kim bilir...
Ezberlenmiş hareketlerle çayı demledim ve ben giriş yazısını okuyana dek;çay demini salıp tavını bulur düşüncesiyle tekrar balkona gelip"başyazar"ın"şaheserini"okumaya koyuldum...Yazı bitince,tekrar mutfağa;bu kez çayı getirmeye gittim...Elimde;üzerine iki bardak ve şekerliği koyduğum tepsiyle balkona döndüm...alışıldık şekilde demliğin imbiğini ilk bardağa doğrultup yarıladım...Gayrı ihtiyari ikinci bardağa da yönelen demlikten düşen ilk birkaç damlada,sanki o sıcak çay,bardağın dibine değil de benim tenime dökülmüşçesine ürperdim...bir an demlik elimden düşecek gibi oldu..elimde kalakalmıştı öylece...Hadi ilk çayı kendime doldurmuştum...ya ikincisi kimeydi?...
*
Gözlerim boş bardağa çakılmış halde ne kadar bekledim bilmiyorum...O boş bardak,eskiden böyle boş durmazdı...Yani genellikle çay saatlerinde muhakkak bir arkadaş beklenmedik şekilde kapıyı çalar ve tepsiye bırakılan"fazladan"boş bardak kendisi için doldurulur,ben de sofradan kalkmak zorunda kalmamış olurdum...Aynı şeyi sofra hazırlarken de alışkanlık haline getirmiş,her zaman sofraya fazladan bir kaç kaşık bırakır olmuştum...
Gözlerim boş bardağa çakılmış halde ne kadar bekledim bilmiyorum...O boş bardak,eskiden böyle boş durmazdı...Yani genellikle çay saatlerinde muhakkak bir arkadaş beklenmedik şekilde kapıyı çalar ve tepsiye bırakılan"fazladan"boş bardak kendisi için doldurulur,ben de sofradan kalkmak zorunda kalmamış olurdum...Aynı şeyi sofra hazırlarken de alışkanlık haline getirmiş,her zaman sofraya fazladan bir kaç kaşık bırakır olmuştum...
*
Genellikle o boş bardak;bizim Mehmet Nur için doldurulurdu...başka arkadaşlar da gelir giderlerdi elbet,ancak çoğu zaman O gelir,çayımıza tat katardı...bir an gözlerimde hayâli belirdi...Sandalyede nasıl kurulup oturduğunu,küçük kaşığı toz şekerle doldurup,ağır ağır bardağa doğru götürürken,dökülmesin diye nerdeyse nefesini tuttuğunu,bardağa nasıl usulca bıraktığını ve sonra seri bir çınlama ve şıngırdatma sesiyle karıştırdığını,şekerin tamamen eridiğini anlayınca,kaşığı dudaklarının arasında sıyırıp bardağın yanına bıraktığını,sonra zarif bir tutuşla bardağı kaldırıp dudağına götürürken,alnını kırıştırıp,bir ince fırt çektiğini,sonra yine aynı zerafetle bardağı yerine bırakırken cam ve metal sesinden karma bir çınlama duyduğumu,aldığı tadın verdiği hazla inceden dudağını dilinin ucuyla hafiften ıslattığını,sonra sigara paketine uzanıp önce bana tutup sonra kendi bir dal sigarayı ağzının kenarına tutturup"zippo"yu-kabadayı edasıyle-çaktığını,ve çakmağın kapağından gelen"şşşrrraak"sesiyle içine çektiği dumanın odaya halka hare dağıldığını,yüzüne yayılan hoş mütebessim ifadeyi görür gibi oldum...
Genellikle o boş bardak;bizim Mehmet Nur için doldurulurdu...başka arkadaşlar da gelir giderlerdi elbet,ancak çoğu zaman O gelir,çayımıza tat katardı...bir an gözlerimde hayâli belirdi...Sandalyede nasıl kurulup oturduğunu,küçük kaşığı toz şekerle doldurup,ağır ağır bardağa doğru götürürken,dökülmesin diye nerdeyse nefesini tuttuğunu,bardağa nasıl usulca bıraktığını ve sonra seri bir çınlama ve şıngırdatma sesiyle karıştırdığını,şekerin tamamen eridiğini anlayınca,kaşığı dudaklarının arasında sıyırıp bardağın yanına bıraktığını,sonra zarif bir tutuşla bardağı kaldırıp dudağına götürürken,alnını kırıştırıp,bir ince fırt çektiğini,sonra yine aynı zerafetle bardağı yerine bırakırken cam ve metal sesinden karma bir çınlama duyduğumu,aldığı tadın verdiği hazla inceden dudağını dilinin ucuyla hafiften ıslattığını,sonra sigara paketine uzanıp önce bana tutup sonra kendi bir dal sigarayı ağzının kenarına tutturup"zippo"yu-kabadayı edasıyle-çaktığını,ve çakmağın kapağından gelen"şşşrrraak"sesiyle içine çektiği dumanın odaya halka hare dağıldığını,yüzüne yayılan hoş mütebessim ifadeyi görür gibi oldum...
*
Ya şimdi nerelerdeydi kim bilebilirdi?...Düzensiz aralıklarla haberlerini alabiliyordum,eskiden olsa...Ancak son zamanlarda bütün sorup soruşturmalarıma rağmen kendisinden hiç bir malumat gelmiyordu,ama hiç...Yaşıyormuydu,yaşıyorsa neden kendisine dair bir haber çıkmıyordu?dergi-mergi elimden çoktan yere düşmüş,yine o ağlama nöbetlerimden birine tutulmuştum...Kabul edilip katlanılması nerdeyse imkansızlaşan bir hayatı yaşamak zorunda bırakılmanın verdiği kederle...Ve buna karşın bir türlü karşısında pes etmemenin verdiği o dirençle,içinde hiç bir sevdiğimin kalmadığı yirmidört saatlerimin verdiği onur kırıcı sessizlik ve tepkisizliğe duyduğum kin ve nefretle,kendim olmaya duyduğum özlem ve hasretle,bir yıldırımın düşerken kapıldığı o ilahi şiddetle,bu hayata katlanmak zorunda kalışıma beslediğim öfke ve hiddetle,"Ağlıyordum"demek yeter mi bilmiyorum,ama ağlıyordum işte...
Mehmet Nur...En son hapse girdiğini öğrendiğim,zaman zaman uzaktan yakından ve kimi"tesadüf"sonucu hakkında değişik kişilerden malumatlar edinebildiğim,yokluğundan beri kendimi hayattan nerdeyse tamamen geri çektiğim,O'ndan sonra Samya'yı da kaybedince bütünüyle kendimi dört duvara kapatıp tecrit ettiğim,kendisine şiirler yazıp sakladığım,türküler yakıp çağladığım,sayısız mektuplar yazıp hiç birini yollayamadığım...
Ya şimdi nerelerdeydi kim bilebilirdi?...Düzensiz aralıklarla haberlerini alabiliyordum,eskiden olsa...Ancak son zamanlarda bütün sorup soruşturmalarıma rağmen kendisinden hiç bir malumat gelmiyordu,ama hiç...Yaşıyormuydu,yaşıyorsa neden kendisine dair bir haber çıkmıyordu?dergi-mergi elimden çoktan yere düşmüş,yine o ağlama nöbetlerimden birine tutulmuştum...Kabul edilip katlanılması nerdeyse imkansızlaşan bir hayatı yaşamak zorunda bırakılmanın verdiği kederle...Ve buna karşın bir türlü karşısında pes etmemenin verdiği o dirençle,içinde hiç bir sevdiğimin kalmadığı yirmidört saatlerimin verdiği onur kırıcı sessizlik ve tepkisizliğe duyduğum kin ve nefretle,kendim olmaya duyduğum özlem ve hasretle,bir yıldırımın düşerken kapıldığı o ilahi şiddetle,bu hayata katlanmak zorunda kalışıma beslediğim öfke ve hiddetle,"Ağlıyordum"demek yeter mi bilmiyorum,ama ağlıyordum işte...
Mehmet Nur...En son hapse girdiğini öğrendiğim,zaman zaman uzaktan yakından ve kimi"tesadüf"sonucu hakkında değişik kişilerden malumatlar edinebildiğim,yokluğundan beri kendimi hayattan nerdeyse tamamen geri çektiğim,O'ndan sonra Samya'yı da kaybedince bütünüyle kendimi dört duvara kapatıp tecrit ettiğim,kendisine şiirler yazıp sakladığım,türküler yakıp çağladığım,sayısız mektuplar yazıp hiç birini yollayamadığım...
*
Ellerimle yüzümü kapatıp öylece hıçkırdım bir müddet...Sonra biraz sakinleşir gibi olunca bir sigara yaktım...fincandan bir yudum çay aldım...derin derin soluyordum...Birden etrafıma bakınırken;bir çift gözün karşı mutfak penceresinin aralık perdesinden beni süzdüğünü farkettim...Ne zamandır bakıyordu bilemiyorum ama muhtemelen deminden beri ağladığımı filan görmüş olmalıydı...Karşı binadaki Alevi komşumuzun kızı Nurcan'dı bu...Aslında emin değilim belki de Gülcan'dı ismi...Eli yüzü düzgün topluca bir genç kızdı...Abartısız söylüyorum;Şu Türkan Şoray varya;onun gençlik resimlerinin bir canlı kopyası gibiydi...Her halde"kaşı şöyle,gözü böyle,boyu posu şu kadardı"diye tarif etme gereği kalmamıştır...Yani hiç mübalağa filan yok...başka bir Türkan Şoray!...
Ellerimle yüzümü kapatıp öylece hıçkırdım bir müddet...Sonra biraz sakinleşir gibi olunca bir sigara yaktım...fincandan bir yudum çay aldım...derin derin soluyordum...Birden etrafıma bakınırken;bir çift gözün karşı mutfak penceresinin aralık perdesinden beni süzdüğünü farkettim...Ne zamandır bakıyordu bilemiyorum ama muhtemelen deminden beri ağladığımı filan görmüş olmalıydı...Karşı binadaki Alevi komşumuzun kızı Nurcan'dı bu...Aslında emin değilim belki de Gülcan'dı ismi...Eli yüzü düzgün topluca bir genç kızdı...Abartısız söylüyorum;Şu Türkan Şoray varya;onun gençlik resimlerinin bir canlı kopyası gibiydi...Her halde"kaşı şöyle,gözü böyle,boyu posu şu kadardı"diye tarif etme gereği kalmamıştır...Yani hiç mübalağa filan yok...başka bir Türkan Şoray!...
*
Nerdeyse iki yıldır komşu gelmiştik onlara...ve O'nu ilk kez,bir akşam iş dönüşü;O zaman kardeşimde bıraktığımız anahtarın bana getirilmesini,bizim binanın kapısında beklerken görmüştüm...Sanki daha önceden bir yerden tanıyor gibiydim,ama nerde nasıl görmüş olduğuma dair en ufak bir şey hatırlamıyordum...Çok sıcak ve içten bakması;içimi uyandırmış,bir hoş olmuştum...Yine de o günlerde saçımı-dökülme yüzünden-kazıttığım için bu kadar ilgiyle bakmış olabileceğini düşününce,içimdeki sevincin de kırıldığını hissettim...Öyle ya;hiç tanımadığım;üstelik bu kadar güzel bir genç kız,bu kadar tipsiz olmama rağmen,her halde görür görmez bana çarpılmış olmasa gerekti...Yine de o bakış içime,bilmediğim derinliklere dek işlemişti...
Biraz sonra elindeki poşette bir kaç ekmekle sokağın köşesindeki bakkaldan geri döndüğünde yine aynı mütebessim ifadeyle bana bakıp geçti...Bu kez iyiden iyiye"her halde halimin komikliğine gülümsüyordur"fikrine kapıldım kaldım...
Nerdeyse iki yıldır komşu gelmiştik onlara...ve O'nu ilk kez,bir akşam iş dönüşü;O zaman kardeşimde bıraktığımız anahtarın bana getirilmesini,bizim binanın kapısında beklerken görmüştüm...Sanki daha önceden bir yerden tanıyor gibiydim,ama nerde nasıl görmüş olduğuma dair en ufak bir şey hatırlamıyordum...Çok sıcak ve içten bakması;içimi uyandırmış,bir hoş olmuştum...Yine de o günlerde saçımı-dökülme yüzünden-kazıttığım için bu kadar ilgiyle bakmış olabileceğini düşününce,içimdeki sevincin de kırıldığını hissettim...Öyle ya;hiç tanımadığım;üstelik bu kadar güzel bir genç kız,bu kadar tipsiz olmama rağmen,her halde görür görmez bana çarpılmış olmasa gerekti...Yine de o bakış içime,bilmediğim derinliklere dek işlemişti...
Biraz sonra elindeki poşette bir kaç ekmekle sokağın köşesindeki bakkaldan geri döndüğünde yine aynı mütebessim ifadeyle bana bakıp geçti...Bu kez iyiden iyiye"her halde halimin komikliğine gülümsüyordur"fikrine kapıldım kaldım...
*
O gün ve sonraki hemen her gün aynı keskin bakışlarla birbirimizi kavurduk durduk...Evdekilerin bunun farketmeleri çok sürmedi...Hatta biraz ileri götürüp,"gidip konuşalım"bile dediler,kız kardeşlerimle abimin hanımı yengem filan...Ne yalan söyleyeyim;ben de çarpılmış filan değildim ama,doğrusunu söylemek gerek;hoşlanıyordum bu durumdan...her ne kadar bana bakışının gerçek sebebini bilmiyor olsam da...bu durum;ender gelen arkadaşlarımın bile dikkatinden kaçmamış ve bana"bu kız sana resmen yanık"filan gibi sözler sarfetmişlerdi de ben her zamanki lanet olası çekingenliğimden ve utangaçlığımdan kurtulup,bir türlü-sudan da olsa-bir bahane uydurup konuşmayı filan deneyememiştim...Sadece bu yüzden de değildi çekingenliğim...Maddi durumumuz sıfırın birkaç derece altında can çekişiyordu...Hadi gittim söyledim,reddedilme kaygısı kadar;"evet,olur"demesinden de kaygılanıyordum...Çünkü bu durumda fazla bekletme ve bekleme şansım olmaz,en geç bir kaç ay içinde"işi resmiyete dökmek"gerekirdi...Yani malumunuz;"söz,nişan ve düğün"filan...İyi de bu hangi parayla yapılacaktı...Bunun doğru olduğunu filan iddia edecek değilim tabi...Ama kabul,biraz daha abartıyor,işi daha da bir içinden çıkılmaz hale getiriyordum...
O gün ve sonraki hemen her gün aynı keskin bakışlarla birbirimizi kavurduk durduk...Evdekilerin bunun farketmeleri çok sürmedi...Hatta biraz ileri götürüp,"gidip konuşalım"bile dediler,kız kardeşlerimle abimin hanımı yengem filan...Ne yalan söyleyeyim;ben de çarpılmış filan değildim ama,doğrusunu söylemek gerek;hoşlanıyordum bu durumdan...her ne kadar bana bakışının gerçek sebebini bilmiyor olsam da...bu durum;ender gelen arkadaşlarımın bile dikkatinden kaçmamış ve bana"bu kız sana resmen yanık"filan gibi sözler sarfetmişlerdi de ben her zamanki lanet olası çekingenliğimden ve utangaçlığımdan kurtulup,bir türlü-sudan da olsa-bir bahane uydurup konuşmayı filan deneyememiştim...Sadece bu yüzden de değildi çekingenliğim...Maddi durumumuz sıfırın birkaç derece altında can çekişiyordu...Hadi gittim söyledim,reddedilme kaygısı kadar;"evet,olur"demesinden de kaygılanıyordum...Çünkü bu durumda fazla bekletme ve bekleme şansım olmaz,en geç bir kaç ay içinde"işi resmiyete dökmek"gerekirdi...Yani malumunuz;"söz,nişan ve düğün"filan...İyi de bu hangi parayla yapılacaktı...Bunun doğru olduğunu filan iddia edecek değilim tabi...Ama kabul,biraz daha abartıyor,işi daha da bir içinden çıkılmaz hale getiriyordum...
*
Bu kadar olumsuz duruma rağmen yine nerdeyse her gün aynı şekil ve sürelerle birbirimizi süzüyorduk...Daha doğrusu ne zaman orada belirse,gözleri benim odanın penceresine dikilir;oradaysam kaçamak bakışlar atar,sonra başka taraflara dalar giderdi.Ancak itiraf etmeliyim ki;son aylarda bana hemen hiç bakmıyordu...Dahası,beni farkettiğinde,gelip aralık duran perdeyi örtüyor,ve uzun bir müddet ortalıkta görünmez oluyordu...Belki artık birileriyle ilişki kurmuştu...belki de neden bir türlü cesaretimi toplayıp gidip ona açılamayışımın cezasını çektiriyordu...Belki zaten bana öylesine bakıyordu...Belki de"ilk hareket hep erkekten gelir"kuralını uyguluyordu...ve daha binlerce belkiler kafamda ve kalbimde dönüp duruyordu...Ama gerçek ve kaçınılmaz olan;ben veya birileri gidip O'nu konuşturup niyetinin ve düşüncesinin ne olduğunu öğrenmediği(miz)sürece,her şey bu kahrolası belkilerden ibaret kalacaktı...
Bu kadar olumsuz duruma rağmen yine nerdeyse her gün aynı şekil ve sürelerle birbirimizi süzüyorduk...Daha doğrusu ne zaman orada belirse,gözleri benim odanın penceresine dikilir;oradaysam kaçamak bakışlar atar,sonra başka taraflara dalar giderdi.Ancak itiraf etmeliyim ki;son aylarda bana hemen hiç bakmıyordu...Dahası,beni farkettiğinde,gelip aralık duran perdeyi örtüyor,ve uzun bir müddet ortalıkta görünmez oluyordu...Belki artık birileriyle ilişki kurmuştu...belki de neden bir türlü cesaretimi toplayıp gidip ona açılamayışımın cezasını çektiriyordu...Belki zaten bana öylesine bakıyordu...Belki de"ilk hareket hep erkekten gelir"kuralını uyguluyordu...ve daha binlerce belkiler kafamda ve kalbimde dönüp duruyordu...Ama gerçek ve kaçınılmaz olan;ben veya birileri gidip O'nu konuşturup niyetinin ve düşüncesinin ne olduğunu öğrenmediği(miz)sürece,her şey bu kahrolası belkilerden ibaret kalacaktı...
*
Sonuç olarak sonuçsuzlukla sonuçlanan bir sonla noktalandı...Zaten bir sene sonra,yani oraya taşındığımızın üçüncü senesi dolarken evi boşaltıp başka bir yere taşındık.Nurcan'ın veya Gülcan'mıydı,her neyse,şimdi nerde ve nasıl olduğundan hiç haberim olmadığı ve belki de hiç olamıyacağı gibi;Büyük ihtimalle O'nun da bir gün oturup bunları yazmış olabileceğimden belki de hiç haberi olmayacak...Ama çalışma odamın penceresinden neler yaptığımı görüyor,dolayısıyle yazıyla,resimle,ve müzikle filan uğraştığımı zaten biliyordu... Belki toplumsal kurallara takılıp tökezlemezse,yani bir erkek serbestliğine sahip olsa,zaten çoktan gelip bana kendisi açılacak içinde her ne hissediyorsa söyleyecek ve ben de şimdi bu abuk subuk fiyaskomu sizlerle paylaşıp vaktinizi almayacaktım...Ama öyle olmadı...ve zaten hiç bir şey olması gerektiği gibi olamadığından bu denli olumsuzluklar içinde bocalayıp duruyoruz...
*
Sonuç olarak sonuçsuzlukla sonuçlanan bir sonla noktalandı...Zaten bir sene sonra,yani oraya taşındığımızın üçüncü senesi dolarken evi boşaltıp başka bir yere taşındık.Nurcan'ın veya Gülcan'mıydı,her neyse,şimdi nerde ve nasıl olduğundan hiç haberim olmadığı ve belki de hiç olamıyacağı gibi;Büyük ihtimalle O'nun da bir gün oturup bunları yazmış olabileceğimden belki de hiç haberi olmayacak...Ama çalışma odamın penceresinden neler yaptığımı görüyor,dolayısıyle yazıyla,resimle,ve müzikle filan uğraştığımı zaten biliyordu... Belki toplumsal kurallara takılıp tökezlemezse,yani bir erkek serbestliğine sahip olsa,zaten çoktan gelip bana kendisi açılacak içinde her ne hissediyorsa söyleyecek ve ben de şimdi bu abuk subuk fiyaskomu sizlerle paylaşıp vaktinizi almayacaktım...Ama öyle olmadı...ve zaten hiç bir şey olması gerektiği gibi olamadığından bu denli olumsuzluklar içinde bocalayıp duruyoruz...
*
Bütün mesele boş bir bardak değil elbet...Ama böyle işte...hani boynunuz bir kere bükülmeyegörsün...Ömür billah doğrulmanız imkansız ötesine kalır...Artık çayı tepsiyle balkona veya odama getirmiyorum...Sadece ocakta duran çaydanlıktan bir fincan doldurup masama koyuyor öyle içiyorum...Hem artık ne bir gelenim var ne de bir gidenim...Üstelik Samya'dan sonra buna benzer nitelikte-evliliğe kadar gidebileceği halde-yine de fiyaskoyla biten pek çok ilişkinin eşiğinden döndüm...Yani O'ndan beri,ne zaman iki taşı üst üste koyup bir şeyler kurmaya yeltendiysem;üçüncüsü muhakkak üzerime devrilir...
Bilâl Mardin
UYARI:TÜM HAKLARI YAZARINA AİTTİR,İZİNSİZ KOPYALANIP KULLANILAMAZ.
Bilâl Mardin
UYARI:TÜM HAKLARI YAZARINA AİTTİR,İZİNSİZ KOPYALANIP KULLANILAMAZ.
