Amatör bir şair,acemi bir ressam,meraklı bir yazar ve bestekâr bir müzisyen...


yurduma ve yarime dair...

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Halime

Halime...Bu güzel isim ve bu ismi taşıyan o güzide insan;üzerinden neredeyse yirmi yıl geçmesine rağmen,hâla hatıramın kendisine mahsus bir yerinde yerini korumakta ve derin bir saygı,sevgi ve muhabbetle,gıyaben bile olsa anılmaktadır.İlkokuldan sonra bir yıl rötarla başladığım ortaokulun ilk senesinde,neredeyse her meziyet ve özelliği ile diğer kızlardan ve hatta oradaki kadınlardan açık arayla farklı duruş ve davranışlarıyla görüp tanıdığım ve tanıdıkça daha çok sevdiğim,benimsediğim bir güzel insandı.
*
O zamanlar,yöredeki yerleşik gelenekler gereği,öğrenciler sınıfta kızlı erkekli aynı sıralarda oturamıyorlardı.Yine erkeklerle aynı oyunlara katılamıyorlardı.Kız çocukların pantolon giymesi ve saçlarını kısa kestirmesi,kesinlikle yasak ve büyük bir ayıp olarak kabul edilirdi.Kızların erkeklerle bir arada olup başbaşa veya müştereken sohbeti bile"olamazzz!" bir durumdu.Bunlar ve bunlara benzer kural ve kaidelere rağmen,sanki Halime;tüm o kuralları bozmak için oradaydı.Hiç bir şeyi umursamıyordu.Saçları neredeyse biz erkeklerinki kadar kısa kesilmiş,sürekli pantolon giyen,her sosyal aktiviteye katılan,özellikle çok iyi voleybol oynayan,ve top oynamayı hiç sevmediğim halde beni de oyuna çeken bir rahatlık ve sıcaklığı vardı.
*
Gençlik bu...Resmen vurgundum O'na ama nerede o cesaret ki kalkıp söyleyebileyim?Bizim Mehmet Çeçen diye bir başka arkadaşımızla dolaşırken,durumu ona açtım bir gün,ve gülerek;"Bilâl...insanlar içinde bir kızdan dayak yemeyi göze alabiliyorsan,git söyle,ama 'yapamam'dersen,bırak öyle kalsın."
*
Buna epey şaşırmıştım,sonra bir kaç kez değişik nedenlerle erkekleri evire çevire dövmüş olduğunu da anlattı.Açıkçası bu daha da hoşuma gitse de,iyice O'ndan karşılık görmeden açılmamaya karar verdim.Yine de hemen her gün,O'nunla her konuşmamızdan sonra paydos saati eve giderken;"Tüh be bu gün de söyleyemedim...ama kesin yarın bir yerde fırsat bulursam,artık söyleyeceğim,yeter artık"gibi hiç tutmadığım sözler de verdim kendime.Fakat beni sürekli cesaretlendiren bir hali vardı bana karşı.
*
Ne zaman konuşsak ikimiz de renkten renge giriyorduk,kimseler bizimle ilgili değilse bile sanki ilk ve ortaokulun tüm öğrencileri durmuş bizi seyrediyor gibi geliyordu.Etrafa kaçamak bakmaktan birbirimize doğru dürüst bakamıyorduk,avuçlarım terliyordu,bir ürperti sarıyordu içimi.Hem anlaması için can atıyordum,hemde"ya anlar da bana o kadar insan içinde bağırıp çağıracak olursa!..."diye ödüm kopuyordu.Ölürdüm de bunu göze alamazdım.
*
Ortaokulun ikinci sınıfında da ilkokuldaki gibi matematik dışında tüm derslerim en yüksek notlarda gidiyordu.Yine sınıf başkanıydım.Ancak bu kez galiba Halime de matematiğin yanında ikici bir çaresiz dert olarak içimdeydi.Sonraları anladım ki her şeye hatta matematiğe bile çare var,ama Halime konusunda tüm riyaziye kanunları ve bilmem kaç bilinmeyenli denklemler bile basit kalıyordu.Yine ilkokulda alışageldiğim gibi;türkçe ve ingilizce derslerinde öğretmenlerin olmadığı zamanlarda ben dersi işlemeye çalışıyordum.Öğretmen olmak gibi bir hayâlim olmadı ama bu çok sevdiğim bir iş haline gelmişti.Bazı zamanlar da arkadaşlara uyup sınıfça çeşitli yaramazlıklar yapmıyor da değildik...Mesela okulda kürtçe konuşmak kesin yasak olmasına rağmen,Hamdullah Yıldız isimli arkadaşımızın erotik ve çoğu müstehcen kürtçe fıkralarına gülmekten,gözlerimizden yaşlar fışkırırdı.Hem de kız arkadaşlara aldırmadan açık saçık anlatırdı.Bazan dinlememek için dışarı çıkarlar,bazan da,suratları birer domatesten biraz daha açık bir kırmızıya kesmiş halde,ve oldukça somurtkan bir yüzle kasılarak dinlerlerdi.Kızlardan biri aynı zamanda zalim bir öğretmenin yiğeniydi ve bu durumu şikayet etmekle tehdit ettiyse de bizi;her halde utancından olsa gerek yapamadı ve biz aynı gırgır şamataya devam ettik.Sonraları çok üzülerek duydum ki;bizim Hamdullah,değişik yollara sapmış,bu yüzden de binbir zahmet ve yoklukla okuyup kazandığı öğretmenlikten azledilmiş.
*
Okul ve askerlik anıları kolay bitmez,ama ben sadece bunları anlatırsam,sanki başka bir şey yapmamışım gibi algılanır diye çekiniyorum.Sene sonu tatiline yani ilk bahara doğru gidiyorduk.Nisan,bütün güzelliğiyle Cenab-Hakk'ın cömertliğine şahitlik ediyordu bir kez daha.Oradaki bahar aylarını görmeyenler için ne kadar anlatırsam yetersiz ve az kalır.Kır çiçekleri,yemyeşil dağlar,Hele bir de bu yeşillik yaza doğru sarıya dönünce İnsanın gözünde daha bir değerli oluyor.Yani nisan demek;kısaca,dağların çiçeklere ve taze otlara büründüğü mevsim demektir bizim oralarda.Bütün güzel şeyler gibi kısa sürse bile,güzelliğine doyulmaz.
*
23 nisan da yaklaşıyordu malumunuz...Her yıl yapıldığı gibi,yine bayram hazırlıkları oldukça yoğun bir uğraşla başlamıştı.Şiirler ve konuşmalar için mikrofon-anfi ayarları,bütün öğrencilerin yardıma zorunlu katıldığı fener ve balon süslerinin hazırlanması,derken bir iki gün içinde,neredeyse tüm sınıflar birer naylon ve rekli kağıt istilasına uğramış olurdu.Bayram günü de büyükçe bir masaya Atatürk'ün iri bir büstü konulur,etrafı yine öğrencilerin kırlardan topladıkları binbir renkteki çiçeklerle,taze yapraklı ağaç dalları ile süslenirdi.İlkokuldayken her yıl şiir okumuştum bütün benzeri bayramlarda.Bu yetmez;üstüne"günün anlam ve önemini"belirten,kendi yazdığım bir de konuşma yapardım.Orta okulda artık bundan kurtulmuş olmanın rahatlığını duyuyordum,ne de olsa biz artık birer çocuk değil;birer genç"delikanlılardık".Bu kez de ondokuz mayıs törenlerinde yine öğretmenler şiir okumamı ya da konuşma yapmamı isteyince kesin bir tavırla"hayır,olmaz"dedim.Sonraları Hasan Hüseyin Korkmazgil'in"Koçero"şiirini bir kitabından okurken tamda o günler canlandı gözümde.Şiirdeki mısralar;
"bir okul piyesidir koçero
açış konuşmalıdır ve halaylı türkülüdür
"müsamere"derler adına oralarda
kaymakamlı savcılı ve çavuşludur
biletlidir ve yoksullar yararınadır..."
diye devam edip giderken.Bizim müsamerelerin biletsiz ve kesinlikle yararımıza filan da olmadığını anlamıştım.Lakin ne diye ve ne demekse;yıllardan beri yapıla gelen ve neredeyse artık"gelenekselleşen"bir hali vardı bu"kutlama"dedikleri etkinliklerin.
*
Bahar ayları bir coşku gelir oturur ki insanın içerisine,yerinde oturamaz hale gelir.Tabiatın yani asıl deyimle Cenab-Hakk'ın cömertliği hemen her şeyde kendini belli ediyordu.Henüz yeşil ve ekşi ham kayısı,çekirdekleri çıkarılınca bir başka lezzeti olan acı badem ve diğer bilinen yeşil bademlerin yanı sıra,palamut ağaçlarından toplanan,ve"sivanok"adı verilen tüylü bir meyve vardı.Bu;ağacın henüz yapraklarını ilk açtığı zaman diliminde dallarda biter,kısa zamanda da toplanmayanlar kurur giderdi.Acımtrak,buruk bir tadı olsa da sulu ve lezzetliydi,Bu yüzden okul çıkışı yolun üzerindeki dev palamut ağacının üzerinde bulurduk kendimizi bazı zamanlar.Hele çağlaları tuza bandırıp yemenin tadı başka bir yiyecekte yoktur her halde.Ama bunun en fazla iki hafta kadar bir süresi olur,biraz geç kalınırsa artık çağlalar sertleşip kurumaya,içlerinden kemik sertliğinde bir kabuk bağlayıp çatlamaya,ham kayısılar da hem gittikçe irileşmeye hem de sarımtrak bir renge bürünmeye başlarlar.Yılın bu zamanları artık tarlalar da çoktan ekilmiş olurdu.Yani her yer;silme yeşil rengin,her bitkide farklı bir tonuna doyardı.
*
Yirmiikinisanbindokuzyüzseksenyedi...işte o sabah yine her zamanki gibi ama bu kez yanımda defter kitap gereç filan almadan hazırlanıp okula gittim.Ertesi gün yapılacak olan kutlamaların yürüyüş provaları yapılacaktı.Şimdi bir matematik öğretmeni olmuş ve çoktan evlenip çoluk çacuğa da karışmış olan sınıf arkadaşım Mehmet Çeçen'le buluştuk ve her zamanki turlamalarımıza koyulduk.Gözlerim kimi arıyorlar malum,tabi onun da o zamanlar bir davası vardı.O da hep onun peşinden döner dururdu.Fakat doğrusu hiç de umutlu bir aşk sayılmazdı onunki,Kızdan karşılık vardı gerçi ama kızın ailesiyle Mehmed'in ailesi arasında bir fakir-feodal ağa farkı da vardı.Bu yüzden ne yaparsa yapsınlar;çaresiz bakışmaların ötesinde ne kızın elinden ne de Mehmed'in elinden bir şey gelirdi.Yine de birbirlerine ilgi duyduklarını saklamazlar,bunu her hal ve hareketlerine de yansıtırlardı.Bir kez bir bakışmalarına şahit olmuştum çünkü,hani böyle bir bakışa karşı;duvar-beton-demir filan çok gevşek malzemeler!..
*
Onunki;yanında diğer kızlarla belirdi biraz sonra,uzaktan da olsa bir süre bakışıp özlem giderdiler,sonra kol kola tutuşup,Halime'lerin köyüne uzanan yola doğrulduk.Up uzun toprak yolda ne bir gelen görünüyordu,ne giden.'Gelmeyebilir mi'diye içimden soruyordum ki kendime,epey aradan sonra,yolun dışında bir ağacın altında oturmuş karşı yamaca dalgın bakarken gördük O'nu.Yine o her zamanki heyecan ve sevinç dalgası sardı beni.Bir yandan da tedirginlik.Mehmed;"Bence bu sabah söylemelisin,zaten etrafta kimseler yok,hem ters tepki verse de benden başka kimse bilmeyecek,bak belki de bu son şansın,istersen ben de gideyim böylece o da daha rahat konuşabilir"dedi bana ve kolumu bıraktı,Mehmed'i bırakmadım,yani garip bir durum ama orada onunla bizi başbaşa konuşurken görürlerse dedikodu çıkarırlar diye düşündüm bir an.Halime oturduğu yerden bizi farketti mi bilmiyorum,ama biz O'nu görmemişiz gibi yolumuza devam ettik.Yaklaşık bir kilometre ötedeki köprüye dek yürüdük,sonra saate baktım ki prova zamanına onbeş dakika kadar bir süre var,ancak yetişiriz diye geri dönmeye karar verdik.Bu kez acelemiz vardı,yoksa diğerlerinin içinde öğretmenden azar işitmeyi ikimiz de göze alamıyorduk.Okula doğru yaklaşırken,nereden çıktılarsa birden Halime ve yanında Koçer diye bir kızı beraber bize doğru gelirlerken görünce yine elim ayağım şaşkın vaziyete düştüm,neredeyse Mehmed'in arkasına saklanacaktım.Bize bakıp gülümseyerek Koçer'e hızlı konuşmasıyle bir şeyler anlatarak ve aceleyle yürüyordu...
*
Tabi ilk selam ve günaydını da ilk kendisi verdi.Biraz çekinerek"nereye gidiyorsunuz?"diye sordum,Gülerek;"biz Koçer'le Çağla toplamaya gideceğiz,hadi siz de gelin beraber gidelim"dedi.Ben dönüp Mehmed'e baktım sonra ikimiz birden onlara dönüp;"olmaz !..."dedik.Çağlaların zamanının çoktan geçtiğini,bu zamanda tazesini bulamayacaklarını söyledim,bunun üzerine;"Varmısın iddiaya?bulursak,her istediğimi yaparsın,ama bulamazsak;ben senin her istediğini yapmaya hazırım"dedi.O kadar neşeli bir ses tonuyla ve gülerek bunu söylüyordu ki;o an görünmez duvarlara çarpmaktan korkmasam,sımsıkı sarılarak öpüp koklayacaktım gerdanından.
*
Ne zaman ve hangi konuda iddiaya girsem,hep kaybetmiştim o güne dek,bu kez de girdim ve kaybedersem ne olacağını merakla beklemekten başka çarem olmadığını düşündüm."Ya provalar ne olacak?"dedim,Aldırmaz bir eda ile"Aman boş ver yürümenin de provası mı olurmuş,bu yaştan sonra da bize yürümeyi onlar mı öğreteceklermiş?önce kendileri doğru dürüst yürüyebilsinler de..."dedi tekrar gülerek,ve Koçer'le kol kola yollarına devam ettiler.
*
Haklıydı aslında ya;gelgeleim okulun bazı kurallarında da askerdeki gibi mantık aramamak gerekirdi,mantıksız ve mesnetsiz o kadar çok şey yapılıyordu ki.Her ne halse...Biz;ilkokul öğrencilerinin arkalarından,öğretmenlerin"uygun adım marş!marş!..."komutlaryla köyün içini her yıl olduğu gibi;aslında çok uygunsuz adımlarla-zira,köyün dar sokakları bazı yerlerde o kadar çamurluydu ki ayağınızı yere vursanız,özene bezene ütülenmiş tek pantolonunuzu batırmış olur,bununla kalmaz diğerlerine de sıçratır,biraz kavgacı olanlar için de paha biçilmez bir kavga döğüş sebebi daha çıkarmış olurdunuz-bir kez turlayıp provaları bitirdik,ama bu arada onun da gelip bize katılmış olduğunu farketmemişim bile. Biz okula dönüp Öğretmenlerin gereksiz bazı nutuklarından sonra dağılmaya başladık.Bu arada çağlalara dair Halime'yle olan iddiayı unutmuştum bile.
*
Tam bahçe kapısından çıkarken okulun;arkamdan berrak sesiyle seslendi."Bilâl...Bilâââl !...Dönüp bakınca bana yetişmek için koşarak gelmekte olduğunu gördüm durup bekledim biraz.Solukları ard arda ve kesik çıkıyordu."Niye bu kadar acele ediyorsun...evde bir bekleyen mi...arkandan kovalayan mı var?"diye sorunca,O'na;"Hayır bekleyen yok ama gidip kitabımı bitireceğim"dedim.Elini pantolonun cebine sokup,dolu olarak çıkarıp bana uzattı.Benimkilere göre küçük avucu taptaze çağlalarla doluydu...Bir anda hem hem iddiayı kaybetmenin hem de uzatılan bir şeyi almak konusunda hep yaşadığım çekingenliğimin etkisiyle,kulaklarıma dek kızarıklık hissettim.Gözlerime bakıyordu,eli hala havadaydı,bense 'etrafta bize bakan varmı'diye bakınıyordum,bu kez kızgın bir ses tonuyla;"Hadi alsana,korkma senden bir şey istemeyeceğim"dedi tekrar.Avucundaki terler elime kadar bulaştı.Titrek bir sesle'hayır...sağol... istemem'derken biraz da kırmamak için aldım,yumuşacık elleri elime değdiğinde bir ürperiş tüm vücudumdan ayaklarıma dek indi.İlk kez bir kızın;hem de en sevdiğim kızın eline değmek...Sanki toprak kayıyordu ayaklarımın altından.Hiç bakmadan cebime koydum.Biraz beraber yürüdük,"Bak sözünü unutma,ne istersem yapacaktın unutursan,bu senin için hiç de iyi olmaz!..."dedi bakkala gitmek için benden ayrılırken.Akşama kadar çağlaların tekini bile yemeye kıyamadım.'Halime kokuyorlar'diye...
*
O günden sonra zaman,son karneleri alacağımız ve yaz tatiline yaklaştığımız günlere dek hep o samimiyet ve sevgiyle ve yine bir gün olsun birbirimize sözlü bir itirafta bulunamadan geçti gitti...Defalarca O'na kısa mektuplar yazıp her defasında ya vermeye cüret edemedim ya da,yazdıklarımı beğenmediğim için yakıp yok ettim.Ne yapsam O'na açılacak kadar cesaret toplayamadım.Aslında bunun nedeni tek başına korku,çekingenlik veya heyecan ya da yalnış anlaşılma kaygısı da değildi...O'na ne zaman söylemeye yeltendiysem,sanki ağaçlar,kuşlar,börtü böcek,bütün köy,dağlar,bahçeler bağlar boyu otlar ve çiçekler beni susturmak ve durdurmak için ittifak halindeydiler.
*
Zaman ne çabuk geçiyordu!.Yaz tatili gelip çatmıştı artık.Okulda son günümüzdü.Ben se o gün yaklaştıkça dalından kopacak bir yaprak,vadesi dolup ölecek bir ağır hasta gibiydim.Karnelerin dağıtılacağı günün sabahı,okula giderken darağacına götürülen bir mahkum gibi hissediyordum kendimi.Bozuktum,perişandım,korkaklığıma çekingenliğime ağız dolusu sövüyordum içimden.Şimdilerde yıllardır virane halde olan köy dışındaki bahçelere nazır evimizden okulun bahçe kapısına varana dek başımı bir kez kaldırıp etrafıma bakamadığımı biliyorum.Yalan yok okulun en titiz ve temiz giyinen öğrencilerinden biriydim,buna rağmen,O sabah üzerime ne giydiğimi hala bilmiyorum.Yine bizim Mehmed geldi yetişti imdadıma,koluma girdi,çekiştiriyordu sanki beni.Yürümeye bile takatim yok gibiydi.Uzunca bir müddet beni ardından çekiştirip dolaştırdı oradan oraya.
*
Halime yoktu görünürde,Mehmed'e;"gelmeyebilirmi?"dedim.O da nereden bilsindi ki kızın gelip gelmeyeceğini?...Omuz silkti,ya gelmez de karnesini birine aldırırsa diye düşünürken,köşeyi döndük ki,bir de baktım duvarın dibinde yerde oturuyor.Hali hiç de hoş görünmüyordu.Mehmed de O'nu o vaziyette görünce,bana çıkıştı;"Eşşek kafalı !...dedi,"kızın halini görmüyormusun...gelip o mu söylesin sana sevdiğini?Sanki şimdiye dek söylesen kafanı mı koparırlardı?sen ne kadar korkak bir herifmişsin be!kız sana sırılsıklam aşık işte!...daha Allah'tan belanı mı istiyorsun?..."Ne dese haklıydı,lakin yapacak pek bir şey de yoktu.Neredeyse ağlamaklıydım,Beni bırakıp giderken;"Git de artık konuş da ne olacaksa olsun artık"dedi ve çekip gitti.Halime benden bir sınıf ilerde olduğu için bu son senesiydi,yani bu belki de O'nu gördüğüm son gün olacaktı.
*
Süt dökmüş bir kedi çekingenliğiyle O'na doğru yürüdüm.Küçük çenesini avuçlayıp dizine dayamış düşünceli bir halde oturuyordu.Beni görünce kırgın bir sesle çağırdı,yanına vardım,yine dizlerimde bir titreme hissediyordum baktı yüzüme ve;"Bilâl...okulun kapanmasına sevinmiyormusun?"diye sordu,sormasına da cevap nasıl verilecekti bu soruya?."Hayır sevinmedim"dedim."neden sevinmeyesin ki?karnen en iyi derece notlarla dolu,sınıfı geçiyorsun,takdirle hem de,bunda üzülecekbir şey yok ki...?yani neden üzülüyorsun onu merak ettim "dedi tekrar."hiç...öyle işte..."diyebildim.bir süre yere baktı,"ben olsam sevinirdim"dedi.Bu kez biraz yüreklenmiştim."Çünkü birini kaybedeceğim"dedim.Yüzü aydınlandı bunu duyunca,"kim bu kişi?..."sorusuna ben de yere bakıp susarak karşılık verdim.Yüzüne bakamıyordum.Bu kez ısrarla sordu,"bir kız mı erkek mi" diye..."tabi ki bir kız"dedim.İlkokul beşinci sınıftan orta son sınıfa dek neredeyse bütün kızların isimlerini sıraladı,hiç birine"evet,O..."demedim.bu sefer iyice anladı.Bir tek kendi ismini saymamıştı,"eee..."dedi"geriye kim kalıyor o zaman?"başım yine öne eğik,"bilmem..."dedim.Yine kızdırmıştım O'nu..."şu başını kaldır da bana bak !.."dedi.gözlerim ıslanıyordu bir damla yanağımdan yuvarlanıp çenemden yere düştü...Sonra kaçamak O'na baktım yine.O'da ağlıyordu."Bundan niye bu kadar utanıyorsun?Ben de seviyorum seni...hem zaten hiç söylemesen bile çoktandır bunu anlamıştım..."deyiverdi.O'nun ağlaması kadar,hâla O'na;söyleyemediğim'seni seviyorum'kelimelerinin altında ezilip kalmıştım.
*
O gün O'nu son görüşüm oldu.Sonraları yaz tatili boyunca bir kaç kez karşılaştık kazara.Ama birbirini seven iki kişi gibi değil;birer sıradan okul arkadaşı gibi selamlaşarak geçtik...Aradan dokuz sene kadar bir zaman geçti,bu zaman zarfında Mersin'de okuduğunu falan duydum,sonra da Mardin merkeze taşındıklarını...ama hiç arayıp sormadım bile...
*
Yıllar sonra yine bir"rastlantı"sonucu birbirimizi aradık,bu kez O'na sevdiğimi çok rahat söyleyebiliyordum.Çok mutlu olmuştuk birbirimizi tekrar bulduğumuza...galiba doksandört senesiydi...Ben Onunla irtibatta olduğum sıralar memlekete gitmiştim ama yine Onu görmeye Mardin'e gitmemiştim,Bunun duyunca çok içerlemişti,bir de halamın kızı Feride'den(henüz ve aslında hiç bir zaman olmamasına rağmen)teyzemin kızıyla evlendiğimi'duyunca,buna inanmış ve tamamen benden umudunu kesmiş olmalı ki kendisi için uygun bulduğu bir kısmeti çıkınca hiç hayır demeden evlenip gitmişti.
*
Bir daha hiç,ama hiç görmedim O'nu...Şimdilerde O zamanları hatırlayıp düşünürken,sadece gençlikte değil,hayatımızın bir çok döneminde neredeyse ölüm-kalım meselesi haline getirdiğimiz bir çok olayın asdlında hiç de büyüttüğümüz kadar önemli ve hayati olmadıklarını bir daha anlıyorum anlamasına da;çoğumuz maalesef o anın ötesini göremediğimiz ya da yeterince sağlıklı ve geniş düşünemediğimizden hayatımızı kendimize zehir zıkkım edebiliyoruz...Bir daha hiç göremiyeceğim ve görsem de hiç bir şey farketmiyeceğine rağmen,O'nu derin bir saygı ve sevgiyle hatırlıyorum.Allah'tan mutlu olmasını temenni ediyorum.O hayatımda sırf benimle konuşabilmek için parası yetmeyince yüzüğünü çıkarıp satabilen tek insandır...Birilerine bir söz verince,bunu yerine getirmeyi benim gibi ahirete filan ertelemeyin.Zira oraya varana kadar,bu kahrolası dünyada dünya kadar azap çekersiniz...Benden yaşayıp yazması...siz de okumakla kalmayın yapın.
*
Bilâl Mardin
*
UYARI:TÜM HAKLARI YAZARINA AİTTİR,İZİNSİZ KOPYALANIP KULLANILAMAZ.