Xurs'ta bir ikindi vakti.Ezan seslerine;köyün,her köyde duyulan malum sesleri karışıyordu.Dingin ve durgun bir zaman dilimi.Epey bir süredir,ne bir davul zurna sesi duyulmuştu,ne de bir matem feryad.Hemen her kes halince ve kavlince yaşıyordu.Köyün içlerinden kıvrılarak geçen büyükçe su kanalının ve köy çeşmesinin başında biriken kızların,kadınların,genç gelinlerin ve yaşlı ninelerin irili-ufaklı dedikoduları dışında;sükuneti bozan pek bir şey olmamaktaydı.Her kes eşmeye çalıştığı çukurda bir solucan yavrusu gibi debelenip dönmekle meşguldü.Ezanı duyar duymaz işlerini bırakıp köyün içinden ve yer yer bahçeler arasından Camiye koşuşturanların kimileri Namaza yetişme telaşıyle abdest almakta,kimileri kolunu ceketinden geçirmeye çalışıp,çoğunlukla ağızlarının kenarında kalınca sarılmış sigaraları yarıda bir yerlerde tutup fırlatmaktaydılar.Namaz kılmamanın verdiği utangaçlıkla gençlerin çoğu bir saklanma edası ile kuytu ve tenha köşelere çekiliyorlardı.Çoğunlukla çocuklara kalıyordu ortalık ve Namaz bitince yine eski haline,kalabalıklığına dönüyordu.
*
Sonbaharın malum serinliği ağaçlarda bir hüzün türküsü gibi ağır ve efil bir hışırtıyle esiyordu.Kavak ağaçları gök yüzüne doğru sapsarı ve kocaman köy süpürgelerinin silüetleri gibi yükseliyordu.Dere,yer yer yağmur sularının selleri ile bulanmaya başlamıştı.Ne zaman dere kıyısına insem,suyun bulanıklığından çok,suya kapılan türlü ağaçların sarı yapraklarına bakıp dalıyordum.Fazla bir şey bilmesem de ölüme dair,o yaprakları birer ölü temsiliyle görüyordum.Kimseler bu konuda bir telkinde bulunmamıştı ama içimde uyanan his buydu.Annemin bir sözü gelirdi bu seyirlerde aklıma;"daldaki sarı yaprak gibi sararmış,ölecek gibi duruyor"Derdi,ama bu sözü,daha çok durumu ağır hastalar için kullanırdı bizim oranın halkı.
*
Artık ilk baharın son aylarına dek hemen hiç kimse bu sudan içmeyecek ve abdest dahi alamayacaktı.Dolaplarda bohçalarda saklanan yünlüler,kaba saba kışlık giysiler çıkarılmaya başlanmıştı çoktandır.Ve köy;ağır geçeceği besbelli bir kara kışa hazırlanmaktaydı.O yıl arılar boldu,bu da demekti ki;bol kar yağacak,günlerce kimseler köyün dışına rahatça çıkamayacaktı.Yine bu saatlerde,şafak vaktinden beri köyden çıkmış oduncular,hayvanlarına yükledikleri odunlarla geri dönüyorlardı.Tütün tarlaları çoktan hasadı geride bırakmış yaban otlarının istilasında kalmıştı.Kimi tarlalar da,daha şimdiden ilk bahara hazırlık olarak sürülmüştü.Tütünler balyalanıp kaldırılmış,"kıyım zamanı" başlamıştı.Özellikle akşam saatleri köyün kadınları telaşlı karınca sürüleri gibi ellerinde çoğunlukla cüsselerine göre ağır testiler ve o zamanlar yeni yeni görülen plastik bidonlarla çeşmeden,kanaldan evlere su taşıyorlardı.Çeşmeden kaynak içme suyu,kanaldan da temizlik ve hayvanların sulama suyu alınırdı.Diğer bazı Kız ve kadınlarsa bir elde çakı-bıçak,bir elde sepet veya zembillerle,tarlalardan,akşama pişirmek amacı ile taze pancar topluyorlardı.Uzaktan yakından çocuk ağlamaları,kimi anne babaların çocuklarına karma olarak küfür ve beddualardan mamül çıkışmaları duyuluyordu.
*
Havanın puslu olduğu yarı güneşli bir günün akşamına varıyorduk yavaş yavaş.Xubaz köyünden bir atlı dörtnala telaşlı bir sür'atle bizim köye doğru gelmekteydi.Biraz yaklaşınca,Herzem diye bir kaçakçı olduğunu anlamıştı köy halkı.Evet bu ta kendisiydi.Ağzından eksik olmayan kaçak sigarası,başında hafif yana yatık olarak taktığı şapkası,omuzundaki,genişçe üçgen ve ala renkli puşisi,Koyu gri şalvar ve ceketten oluşan takım giysileri ve ayağında"Diyarbekir"tabir edilen topuktan kırma el yapımı pırıl pırıl kundurası ile ellisine yakın yaşlarda,atın sırtında değme bir süvariydi Herzem.Hızını hiç kesmeden köye girip daracık sokaklardan geçerek bir evin avlu kapısında durup çevik bir hareketle yere atladı,atı da peşinden avlunun içine çekti,Gür ve bas sesiyle;"selamünaleyküm"deyişiyle atın gelişinden korkup etrafa kaçışan kümes hayvanlarının çığrışıp kanat çırpışları birbirine karıştı.Ev sahibi karşılamak için peşinden hanımı ile kapıya çıktı.Selamını aldı tokalaştılar,sesleri pek duyulmasa da birbirlerine önemli bir şeyler söyledikleri belliydi.Ev sahibinin tüm ısrarına rağmen içeri girmedi ayak üstü tabakalar çıkarıldı,sigaralar sarılıp karşılıklı uzatıldı,"beni öksürtüyor,değiştirmeyeyim" itirazları olmadan ikram edilen sigaralar,fitilli ve benzinli"muhtar çakmakları"ile yakıldı.Ev sahibiyle bir kaç dakika söyleşip sözleştikten sonra,atına doğru gidip çözdü ve hiç beklenmedik bir çeviklikle yerden hayvanın sırtına sıçradı.At avlunun kapısından çıkarken Herzem omuzunun üzerinden dönüp,ev sahibine;"Bu akşam mutlaka bitmesi gerek,mazeret olmasın yoksa tütünler örtülerin altında çürüyecek"dedi ve atın yanlarına hafif topuklarını vurdu.Yine geldiği hızla köyüne doğru uzaklaşırken,güneş son kızıl gülüşlerini karartıların üzerinden çekmişti.
*
Yatsı ezanına doğru,Herzem'in uğradığı evde bir hazırlık telaşı başladı,Evin beyi yörede"mengeneci"tabir edilen bir tütün kıyımcısıydı."Mengene"adı verilen ahşaptan yapılma,üzerinde kocaman ve uzunca bir baltayı andıran çok keskin bir bıçak bulunan özel bir el makinesiydi.Tütünler yumuşatılıp kıvama getirilir,sonra kalın rulolar halinde dürülür,mengene haznesine konur ve kıyımcı,ayaklarıyla duvardan da destek alarak dizini bu ruloların üzerine dayar,ağır ağır diğer eliyle bıçağı sürekli aynı düzenli hareketlerle işletir böylece tütün"kız saçı"inceliğinde tel tel kıyılmış olurdu.Tütün ne kadar ince kıyılmışsa o kadar makbul sayılırdı.Mengeneler hayvanların sırtlarına yüklendi,yanında diğer bir kaç kişiyle gecenin karanlığında yola çıktılar.Herzem'lerin evinde de gelenler için bir hazırlık vardı.Akşam yemeği için irice bir hindi kesilmiş,bulgur pilavı,ve yanında diğer gerekli nimetlerden yemek hazırlanıyordu,onlar avluda karşılanıp eşyalar yerlerine yerleştirilirken sofra da kuruluyordu bir yandan.Yemek ve çay faslından sonra duvarlara sabitlenen mengeneler;hırıltılı ve tok bir nefesi andıran sesleriyle işlemeye başlamışlardı.En geç;şafak sökmeden Herzem'in yola çıkması gerekiyordu.Bu durumda bir dakika bile önemli idi.mengeneler eşliğinde yer yer şakalaşma sesleri,üst perdeden sohbetler gecenin geç vaktine,onlar iyice yorulup acıkana dek aralıksız sürdü.
*
Bu;"mengeneci"dedikleri zatlar,çok hayasız olabiliyorlardı genelde.Yörede;açık saçık konuşma tarzları,lafını esirgemeyişleri ve nüktedanlıklarının yanı sıra,taşı da her zaman gediğine oturtan sivri dilleriyle bilinirlerdi.Biraz bu meziyetleri yüzünden her kes onların bulunduğu ortamda genelde temkinli konuşur komik bir açıklarının yakalanmasından çekinirlerdi,çünkü bir kez birini dillerine doladılar mı;artık o insan aylarca,hatta bazan yıllarca gündemden düşmez,sürekli olarak başına gelen olay;her defasında bire ondokuz katılarak anlatılır her defasında da bu olaydan yeni espriler ve deyimler türetilirdi.Ama gerçekten de normal insanlara göre çok sivri dilli ve hazırcevap insanlardı.Bu şen şakrak uğultu;gecenin ilerleyen saatlerinde yavaş yavaş yerini sadece yakından duyulabilen mengenelerin bıçaklarının hırıltılarına bıraktı.Ev halkı da çoğunlukla uyumamıştılar.
*
Birazdan evin hanımı,sıvanmış kolları,rengarenk peştemali,bileklerindeki bilezikleri ile;içeridekilere görünmemek için uzakça bir mesafeden,Yemeğin hazır olduğunu söyleyip tekrar çekildi.Onunla beraber küçük bir kız kapıda belirdi,Herzem onu görünce işini bıraktı,baba şefkati...Gözlerini oğuşturup etrafa çekingen ve göz uçlarıyla bakan küçük kızını kucağına alıp sevdi,kirli yanaklarına aldırışsız öpücükler kondurdu.Öyle bir sıktı ki onu güçlü kollarında,kızcağız bir ip yumağı gibi ufacık kalıverdi.O zamanlar elektrik de yoktu,gözleri lüks lambasının beyazımsı loşluğunda iri siyah zeytinler gibi ışıldıyordu.Saçları neredeyse ayak bileklerine kadar iniyordu ve katrana batırılıp çıkarılmış gibi sim siyahtılar,bir kız çocuğunda bu kadar uzun bir saç görülmüş değildi.Küçük ayakları kirli yalın ve çorapsızdılar.Zaten o zamanlar bırakın çocukları yetişkin ve gençler bile soğuk kış mevsimi haricinde çorap yüzü göremezlerdi.Karakışın ortasında bile el örgüsü bir çift çoraba hasret yaşayan niceleri vardı...
*
Yemek ve çay arasından sonra fazla oyalanmadan tekrar işe koyulup horoz sesleri tek tük duyulurken,yani gecenin son yarısı artık şafağa doğrulurken,bitirdiler kıyım işlerini.Herzem kendi yükünü hazırladı bir yandan da misafirlerin toplanmalarına yardım etti.Biraz sonra da her kes bineğini yüklemiş olarak yola koyuldular.Xurs'a kadar eşlik ettiler Herzem'e,geri kalan yolu da artık her zamanki gibi tek başına gidecekti.Durgun bir hava ve berrak bir gökyüzü vardı sabaha doğrulan gecenin son çeyreğinde.Geç doğan ay,hâla her yeri ışıl ışıl aydınlatıyordu.Rahatlıkla etrafını metrelerce ileriden seçebiliyordu.Bu kadar aydınlıkta bir kaçakçının yola çıkması pek akıl işi değilse de çıkmıştı bir kere.Yaydan fırlamış okun hedefinden cayması imkansızdı artık.Omuzunda ingiliz filintası ve çapraz fişekliğiyle,belki de Rus ordusundan gelme kalın kışlık paltosunun içinde,başındaki puşi sargısının üzerine yine hafif eğik giydiği şapkası ile heybetli bir görünümü vardı atın sırtında.Diğer köylülerden ayrıldıktan sonra,atını yine hafifçe topukladı.Güçlü hayvan;üzerindeki yükün ve süvarisinin ağırlığına rağmen,orta sürat bir araba hızıyla bacaklarını gere gere kilometreleri yutmaya başladı.Nal sesleri,çok uzaktan gelen hafif yelin ince fısıltısı ile gecenin dipsizliklerine yayılıp gidiyordu.Çok geçmeden dağları inip düzlüğe vardı.Çok az bir vakti kalmıştı ve gün ışımadan sınırı geçmiş olmalıydı.
*
Atını hiç kırbaç,mahmuz veya gem gibi şeylere alıştırmamıştı,ne zaman topukları hayvanın karnına dokundursa,o da süvarisinin bir acelesi olduğunu anlamış gibi var gücüyle burun delikleri genişleyerek yolu toza dumana boğar giderdi.Yine öyle oldu ve kendisini bile şaşırtan bir zamanda sınır tellerine vardığını gördü.Hava neredeyse aydınlanmaya yüz tutuyordu.Yumuşak bir atlayışla yere çömeldi,atın burun delikleri öyle bir genişleyip daralıyordu ki,almak istediği derin nefeslere yetmiyordu koca burun delikleri.buğulu bir camın yüzünden inen yağmur damlaları gibi terler akıyordu sırma tüylü bedeninden.Yine de süvarisinin bineği gibi değil,bir parçasıydı adeta.Uyumlu,alışık ve uysaldı.
*
Burası dağlık araziye hiç benzemezdi,ne ardına saklanacak bir tepe veya kaya,ne de içine atlanıp mevzilenecek bir çukur.Her zamanki geçit noktasındaydı,yazları kuruyan,sonbahara doğru da yağmur sellerinin beslediği,bulanık sularıyla aheste akan küçük bir dere yatağıydı bulunduğu yer.Bir süre yere çömelmiş vaziyette etrafı dinledi,biraz ötede,başını kaldırsa görebileceği kadar yakın bir nöbetçi kule klubesi vardı.onun da ilerisinde kimi kule kimi de yere kazılıp kum torbalarıyle çevrilmiş mevziler sıralanıyordu sınır boyunca.Tam davranıp kalkacakken,bir motor sesi onu bundan vazgeçirdi.Bir daha ürperdi,saatine baktı,etraf neredeyse ışımak üzere...sabahın keskin serinliği yüzünü inceden sıyırıp geçiyordu.Tek kurtuluş şansı yine dere yatağı olabilirdi,atın yelesinden tutup,usulca sürünerek dereye doğru ilerleyip suyun tam kıyısında tekrar yüzü koyun kapaklandı.
*
Yaklaşan,bir sınır devriye aracıydı.Üzerindeki projektörle etrafı sağlı sollu tarayarak O'na doğru geliyordu.Mermisi namluya sürülmüş filintasıyle beklemeye koyuldu.Eğer kendisini farketmezlerse,sesini çıkarmadan gidecekti.Ama fark ederlerse son mermiye kadar ya da ölene kadar çatışmaktan başka bir yol kalmazdı.İkinci ihtimalin olmaması için kuru dudakları ile bir kaç dua okudu.Alnından bir kaç damla ter boşalıp gür ve kalın kaşlarını ıslattı.Bir kaç nefes duman istedi canı,zaten olan olmuştu,"Bari ölmeden bir sigara daha içseydim"diye geçirdi içinden,görecek olmalarına aldırmadan tabakasını yokladı cebinde yoktu,demin sürünür vaziyette dereye gelirken duyduğu metal tıkırtının düşen tabakasından geldiğini anladı.Solukları sıklaşıyordu.
*
Devriye de tam bir kaç metre ilerisinde nedense durmuş bekliyordu.Dakikalarca nefes nefese bedeninde ürpertilerle öylece bekliyor,"şimdi giderler"diye heyecan ve korkusunu yatıştırmaya çalışıyordu.Yutkundu dudaklarını yaladı ve motor birden sustu.Herzem,ömrünün son dakikalarında olduğunu anladı,bu kadar beklediklerine göre gelirken nöbetçilerin onu görüp yardım istediklerini anladı.Bıçağını çıkarıp hiç değilse at kaçsın kurtulsun diye,yükü iplerinden koparıp onu kurtardı,semerini de aynı şekilde dizlerinin üzerinden doğrularak sıyırıp yere fırlattı.Atın kalçasına okkalı bir tokat vurduysa da hayvan yerinen kımıldamadan durdu.Ona bağıramadığından,bir de dipçikle vurdu kaçsın gitsin diye,at;her şeyin farkındaymış gibi,başını yere doğru sarkıtarak uzatıvermiş,hiç bir yaptığına tepki vermiyordu Herzem'in.Atının onu bırakmak istemediğini anladı Herzem.Gözlerinden bir kaç damla yaş,yanaklarından sakallarına doğru ılıttı koyu esmer yüzünü.Pişmanlıkla özür diler gibi okşadı hayvanın alnını bu kez.Atı da kafasını Herzem'in omuzlarına sürüp durdu.Askerlerin etrafı kuşatıp mevzilendiği belliydi,pek ses gelmese de geçmiş deneyimlerinden biliyordu.
*
Birazdan ya"teslim ol"anonsu duyulur ya da buna bile gerek görülmeden direk ateş açılırdı.Askerler birbirlerine bağrışıyorlardı.Komutana ait olduğu anlaşılan bir ses;etrafa savaş generalleri edasında talimatlar sıralıyordu.Bir kaç araç sesi daha duyuldu bu kez kesinlikle son anlarını yaşadığını anladı Herzem.Gelen araçların motorları da sustular.Sözünü dinleyip O'nu bırakmayacaklarını bilse de;bir ses vermek istedi onlara;"Çocuklarımın nafakası için yapıyorum bu işi,bırakın beni gideyim,size bir zararım yok"demesine aldırmadan Postallara mahsus ayak sesleri etrafta telaşlı patırtılar çıkararak yaklaşıp duraksıyordular.Birden öyle bir çapraz yaylım ateşi başladı ki,sanki gökler gürültüyle yerlere çökercesine!..Dağlara kadar varıyordu ovalardan bu sesler...Bir kaç kurşun başına çok yakından vınlayıp geçtiler.Artık davranmak gerekti."Ne de olsa öldürecekler beni,kaç tane vursam kardır!"diyerek tetiğe dayadı parmağını.İlerde gördüğüne nişan alıp tek vuruşta yere yıktı,nefer;acayip haykırışlarla devrilip dere yatağına,Herzem'in yanına kadar yuvarlandı.Hiç kıpırtısı yoktu...ölmüştü...
*
Mermiler,bir daha çoğalarak sağanak gibi,çığlıklarla etrafı inletmeyi nerdeyse göğü titretmeyi daha bir şiddetle sürdürdüler...At;bütün sesleri bastıran bir kişneyişle yanına devrilince,Herzem hemen arkasına atlayıp siper etti koca gövdesini hayvanın.Bir süre atının kocaman siyah bir inci gibi açık kalan gözlerinde,başından köz iplikleri gibi geçen kurşunların pırıltılarını seyretti.Bu kez dereden kendisine doğru gelenlere mermileri saydı,peşpeşe devrildiler,suyun içinde çırpınıyordu kimileri.Ama bu arada çapraz ateş didik didik taramıştı atın ölüsüyle baraber kendisini de...
*
Eli tüfeğinden çözülmeden öylece devrilmişti bir yana kafası,şapkası yuvarlanmış,ala renkli puşisi sıyrılıp yüzünün çoğunu örtmüştü,artık ölmüştü...Askerler karşılık vermediğini görünce,bir süre sessiz beklediler sonra ilk önce bir kaç kişi sürünme vaziyetinde gelip ölü bendenine bir kaç mermi daha sıkıp,öldüğünden iyice emin olduktan sonra,diğerlerini çağırdılar.Üst aramasında;biraz para,bir hançer,taneleri gümüş arapça harflerle kakılmış ve ucunda da yine bir gümüş püskülle tamamlanmış oltu taşından bir tespih,bir misvak,arkası kuşlu bir ayna,yine oltu taşından mamül bir sigara ağızlığı,metal bir tarak,oldukça okunaksız yazılmış bir kırışık not kağıdı ve bir de"muhtar çakmağı"ndan oluşan özel eşyalar çıktı.Bunlar tezkeresiyle beraber bir keseye kondu.Ayak bileklerinden kavrayıp yerde sürükleyerek götürdüler,sonra subayların teki öfkesinden kudurmuş halde;"bu muydu akerlere ateş eden o........çocuğu?"deyip,şoför erin bir kaç kez de onu araçla çiğnemesini emretti.Herzem;artık bir ölü değil vahşi bir yırtıcının saldırısına uğrayıp parçalanan bir et ve kemik yığınıydı.Önce vurulan askerler yüklendi araçlara,sonra da Herzem'in paramparça ve tanınmaz haldeki bedenini bir çuvala koyup attılar arkasından.Bazıları ölmüş,bazıları yaralıydı askerlerin.Karakola varınca yaralılar hastanelere, diğerleri de gerekli işlemler için gerekli yerlere gönderildiler.
*
Herzem'in çuvaldaki bedeni,bir kenara fırlatılıp bırakıldı,sonra Komutan kendisine teslim edilen özel eşyalara bir kez daha göz atmak için masasına boşalttı,not kağıdı ilişti gözüne,açıp okuyunca elleri çözüldü,gürültüyle ağlayarak koltuğa çöktü."Baba...dönüşte bir çizme al...artık yağmurlar yağıyor,yırtık ayakkabılarla okula gidemiyorum"gibi bir şeyler yazılıyordu.Komutan eşyaları tekrar keseye koydu,hançere el koyması gerekirken,bunu yapma gereği duymadı.Ama notu günlüğünün arasına yerleştirdi...Ve bir not düştü deftere;"Bu gün .../.../....;sabah bir kaçakçıya müdahale edildi,yanındaki atı,kaçak yük eşyaları ve silahıyla beraber ölü ele geçirildi...."Kapıdaki nöbetçiye hazırlıkları sordu,hazır olduklarını ilettiler,Araçlar hazırlandı,Herzem'in köyüne doğru yola çıktı.
*
Köy halkı dünyadan ve olanlardan habersiz,varlıklı bir ailenin epeydir hazırlıkları yapılan davullu zurnalı düğününe katılmıştı halaylar eşliğinde,silahlarla tilililerle yeri göğü inletmekteydiler.Öğleye doğru bir kaç kurban kesilerek pişirilen düğün yemeklerine hazırlıklar başlamıştı.sofralar kuruluyor bir yandan kazanlarda ayran hazırlanıyordu davetliler için.Hemen bütün köylü orada beraberdiler.keyiflerine diyecek yoktu.Yemeğe oturulacağı sırada Köyün ilkokulunun bulunduğu yamaçtan yana askeri araçlar,yani yöredeki deyimle"cemseler"peşpeşe görününce herkes;"silah seslerine gelmişlerdir"diye düşünüp silahı olanlar telaşla sağa sola davrandılar.Kısa sürede saklayıp zulaladılar.Askeri araçlar düğün yerine bir kaç adım mesafede durdular,komutan indi araçtan,tüm köylü korku ve merakla tedirgince birbirlerine sokulup beklediler,sonra muhtar çeyrek türkçesiyle öne çıkıp;"Buyur komutan begim,ne emrin varsa başımız üstüne"gibi laflar sarfetti.
*
Komutanın gözleri kızarmış,yüzü allak bullaktı,bir de düğünü görünce iyice kararmıştı yüzü,Mümkün olsa buraya hiç gelmemiş olmayı çok istedi içinden.Ağzını bile açmadan;önce Herzem'in üzerinden çıkan yırtık-pırtık askerlik tezkeresini,ardından da diğer özel eşyasını koydukları keseyi muhtara uzattı,başını kaldırıp köylülere bakmadı bile,yine hiç bir şey demeden askerlere bir el işaretiyle indirmelerini söyledi.Askerler koşar adım üzerine sinekler üşüşen kanlı çuvalı getirip orta yere bu kez yavaşça bıraktılar.Muhtar,tezkereyi havada bir süre sallayıp her kese gösterir gibi,haykırıp anladığı kadarını anlatmaya çalışırken,Yine komutanın bir el hareketiyle araçlar,geldikleri yola çevrilip peş peşe toz duman içinde gittiler...
*
*
Bilâl Mardin
*
UYARI:TÜM HAKLARI YAZARINA AİTTİR.İZİNSİZ KOPYALANIP KULLANILAMAZ
