Amatör bir şair,acemi bir ressam,meraklı bir yazar ve bestekâr bir müzisyen...


yurduma ve yarime dair...

6 Ekim 2009 Salı

Hey küçük kız!


Hey!küçük kız merhaba...Eski zamanlara sığmamış bakışların...Sanki o zamanlarda kalan her şeyi alıp yeniliyor,yineliyorsun"hiç bir şey bu kadar çabuk ve kolay eskimez"der gibi bakıyorsun...Bu resmin;her şeyi kendi başına ne kadar net,kesin ve keskin özetliyor değilmi?Yaşadığımız hayata ne kadar benziyor.Bu yırtık,buruşuk ve hatta bir kısmı kopmuş kaybolmuş resimdeki bakışını ilk gördüğümde;elim kalemden çözülmüş,öylece apışıp kalmıştım...Hani çok yangın bir türkü-şarkı dinler ya insan,öyle çarpılır,oradaki bir söz,bir cümle,ya da bir kemanın inlemesi titremesi,gönül telini titretir de gözlerden bir sel yanaklara bırakıverir ya kendini...İşte öylece kaldım bir müddet.Duruldum ki;zaten hep öyle sakin,öyle suskun öyle durgundum.
*
Gözlerinde çocukluğumuzun bayramları,hani o;çoğu zaman ceplerimizin yetmeyip,topladığımız o cicili bicili şekerleri içine dolduralım diye yanlarımızda naylon torbalar taşıdığımız bayramlar.Akşamlara kadar bir lokma ekmek yemediğimiz halde sevincimizden açlığımızı hatırlamadığımız bayramlar...Bize alınan yeni elbiselerimizi,-naylon da olsa-ayakkabılarımızı başucumuza koyup;ikide bir gözlerimizi kısık kısık açıp pırıltılarına baktığımız,heyecandan gözümüze uyku girmeyen bayramlar...Normal zamanlarda kapısının eşiğine değil,sokağından bile geçmediğimiz evlere girip çıktığımız bayramlar...Para versinler diye değil,sadece"büyüklerin şekerlerinden"biz çocuklara da versinler diye boynumuzu bükedurduğumuz bayramlar...
*
İşte kara saçların duruyor öyle,bu sararmaya yüz tutan resimden bile belli,ne kadar coşkun bir şelale oldukları,her sekip koşturuşunla ne kadar anlatımlara sığmaz bir sevimlilikte rüzgarları yara yara savruldukları...Biliyormusun güzel kız?seni saçlarının iki yandan bağlanıp nazlı nazlı kumru yürüyüşleriyle yürürken düşlüyorum.Belki bir karlı-efkarlı kış günü,kızarmış burnunu gelip bağrıma dayamanı istiyorum.Bir insan kucaklamaya hasret kalan kucağımın insan sıcağına olan hasretini,o küçücük bedeninde gidermek istiyorum.Bunu çok istiyorum,evet...hiç bir zaman olmayacağını bilerek de olsa,istiyorum...Yani ben o saçların koyu kara renginde,gölgelenen bir tel gibi kendimin ve senin bilmediğin bir yerde kopup gidiyorum...İşte bu kopuştur belki,bana şimdi bunları yazdıran,bu kopuşluk ve eksensizliktir belki,bu kadar eski yaraları depreştirip azdıran...Bu kopuş işte,bize diri diri ayrılık kabristanında derin-dipsiz ve hatta kimsesiz mezarlar kazdıran...
*
İlkin dedim,bir şarkı olmalı bu buruşuk resimdeki bakışı anlatmak için,şarkılarıma döndüm,ama hiç birinde o gözlerdeki kadim ışığa layık bir ezgi bulamadım.Sustum bir süre,hep sustuğum gibi,"yok,bu böyle olmayacak"dedim,ömrüne yandığım ağaçlardan mürekkep kaç tane müsvedde buruşturdum sana yazarken.Sevgilisine ilk aşk mektubunu yazmaya çalışan;ama hiç bir kelimeyi başlangıç için uygun ve yeterli görmeyen bir liseli delikanlı heyecanı duyuyordum sana yazarken.Belki bu yüzden bu kadar geciktim sana yazmaya...Varsın gecikme bedeli gözyaşlarım olsun;sana olan ödenmez vefa borcumu öderken...
*
Sonra sana bir mektup yazmak istedim,hiç gönderemesem de dert değil,benim yazıp yazıp gönderemediğim o kadar çok mektubum oldu ki.Ya da bir şiir yazayım dedim,şiire ne kadar sığardı,öykü desen aynı,hikaye,roman,şarkı-türkü ya da başka bir şey...Şu an yazdıklarım bile,sana olan hissimi, bu resmin;içimde uyandırdığı fırtınayı ne kadar izah eder,ne kadarını anlatır,bu tufanın ne kadarına yeter ki?Şimdi bu resme bakıp bakıp doluyor,belki de boş sözlerle boş cümleler kuruyorum.Ah güzel kız!..Sana güzel değil,güzele sen diyorum...Kendimi en olmadık zamanlarda,seni şu halinle düşünürken buluyorum...
*
Neki zordur bir destana destan yazmak.Zordur güzelin güzelliğini anlatmak,görmek gerek,yaşamak gerek,dokunmak gerek,değmek gerek;parmak uçlarıyla da olsa,hayata değer gibi,suya değer gibi,taze bir tomurcuğun ilk yapraklarına değer gibi,bir ateşin alevden diline değer gibi,bir tutsağın görüş gününe hazırlanma burukluğunda da olsa,hani gelecek olan gözü yaşlı ziyaretçisini bekler gibi,baharı kanatlarında özetleyen kelebekler gibi,o kelebeklerin,konup konup uçuşlarına açılan biri diğerinden davetkar çiçekler gibi...İşte zor...Ama imkansız değildir her halde;iki satırın belini kırıp bir kaç acemi kelam etmek,Sana layık değilse de,içimden kopup gelen bir söz sağanağında,aramızdaki uzaklığın kahrolası sessizliğine baş kaldırıp rest çekmek.Çünkü zordan daha zor olan tek şey,bu kadar zorlukla başedemeyip onursuzca pes etmek.Biz pişman olup pes etmek için savaşmadık,öyleyse yaraşır mı bize kendi kepaze tekliğimize çekilmek?
*
Dillerim tutuk güzel kız;yıllardır kalemle ahbabım ya;yine de genzime tıkanan bir yangın gibi duruyor endamın.Seni ağaçların filizlenme vakitlerine,seni suyun gümra ırmaklarca berrak köpürüşlerine,seni gecelerin mum ışıklarıyla paylaşılan yalnızlık vakitlerine,seni dostların hasretiyle yanan sigaraların dumanlarına,Seni mahkumu olduğum bir koca şehrin orta yerine,seni boşuna yaşlanmış olmanın,telafisi olmaz yitiklerimden kalan kederine,seni ülkemin dağ dağ,nehir nehir,orman orman,yalçın yalçın her köşesine,her bir sınır çeperine,seni içimdeki dipsiz derinliklerden daha derine,seni bassam sızılarıma merhem yerine...
*
Korkuların değilim ben küçük kız,öyle korkarak bakma bana,kaygıların değilim;seni bekleyen canavar bir hayata,azgın bir topluma,insan olmaktan mahrum insancıklara dair beslediğin.Kabusların değilim küçük kız,belirsiz yarınlardan köşe bucak büzgünlüğünün ve üzgünlüğünün üzerine gelen.Ben değilim küçük kız;sana hayatı bir karabasana çevirmek için olmadık bahaneler uydurmaya yeltenen.Yani bir patikada koşturuşunla,ayağın tökezleyince diz kapaklarına saplanıp kanatan sivri taş parçası değilim...Olsa olsa;seksek oyunlarında minik parmaklarınla tutup kenara ittiğin saçlarınım...ya da biir çift gözüm sadece,bir çift gözlük camının arkasından;sırf resimlerden gördüğün.Resmine daldıkça,uzak dağbaşları gibi boğum buruk belerip sislenen.Bir çırpık yüreğim sadece,sesini duyduğum vakitler göğüs kafesinden dışarı çıkmaya depremlenen.Benim güzel kız!...bu akşam dar vakit,darda kalmanın verdiği ızdırapla sana kelime kelime söylenen,seslenen,çok uzaklardan da olsa;gülüşünden, kokundan,dudağı yumuk uykundan mırıl-mışıl nefeslenen...
*
Çocukların havanlara,tanklara,panzerlere ve"seken kaza mermilerine"hedef seçilip,serçeler gibi vurulup,paramparça dağıtılıp bırakıldığı bir iklimden bakıyorum sana...Öyle bir iklimde yaşamanın hicabını duyarak kaçırıyorum gözlerimi gözlerinden.Asıl hicap duyması gerekenlerin utanmazlığı,aymazlığı,"amannn canım ne olacak sanki?tohumuna para mı saydık?ölmüş de ne olmuş?boşver gitsin"leri yüzünden.Yine de bu iklimden hiç bir yerlere gitmeyeceğiz,her ne olursak olalım dert değil,biz bu iklime saçların ve mendillerin özgürce savrulduğu o dağ rüzgarlarını estireceğiz,o asla gelmeyecek gibi gelen güzel günleri,içlerindeki güzelliklerle beraber getireceğiz...
*
Bilâl Mardin
UYARI:TÜM HAKLARI YAZARINA AİTTİR.İZİNSİZ KOPYALANIP KULLANILAMAZ.